Ana Sayfa

Anasayfanız Yapın!  |   Favorilere Ekleyin!

   
   
  Giriş ve Kayıt Ol
Ana Menü
 Ana Sayfa

 Foto Galeri

 Ziyaretçi Defteri

 Anı Defteri

 Mezunlar

 Haber Başlıkları

 Site Üye Listesi

 Birikim Sandığı
GÖKÇEADA TARİHİ

 


                                   Gökçeada Tarihi (Yavuz ÖZMAKAS)

 

Ulaşmak için aşağıdaki '' Devamı '' yazısına tıklayınız 




     Antik çağ ve sonrası 

   İmroz, Homeros’un İlyada adlı eserinde 13. Bölümün 33. satırında ve 24. bölümün 78. satırında “kayalık” olarak tanımlanır. İmroz adı Prohelen dilinde “Çorak Topraklarda bereket Tanrısı” olarak adlandırılan İmbrassos’tan gelmektedir.  İmroz adının, Yüce Ana Tanrıça anlamına gelen “İmaura” kelimesinin ada dilinde zamanla “İmbros” a dönüştüğü de söylenmektedir.

   İlkçağın sonralarında; Atinalılar, Titans ve Giants gibi Pre-Olympian tanrılarına olan ibadetlerini yeniden başlattılar. Bu eski tanrıların en kutsalı, Zeus'un babası olan Titan Cronos'dur. Bu tanrılara Büyük Tanrılar ve Cabiri denir. Pre-Olympian tanrılara ibadet eden bu gizemli mezhep, Cabiri'nin kutsal adası Semadirek'den, M.Ö. 3 ve 2. yüzyılda İmroz ve Limni adalarında yayıldı. Imbramos-Hermes ve Cabiri'ye olan ibadetler uzun süre yan yana devam etti. Daha sonraları bırakıldı.  

   Antik çağda İmroz’da Kabeiroi (Toprak güçlerini, doğal olayları temsil eden arkaik tanrılar.) kültü bir adım öne çıkar. Önemli gizem kültlerinden olan “Kabeiroi,” ağırlıklı olarak Kuzey Ege’de Semadirek (Samothrake), İmroz (Imbros), ve Limni’de (Lemnos); kıta Hellas’ta (Yunanistan)  ise Thebai yakınlarında bulunan kutsal alanlarda tapınım görmüştür. Bu üç ada arasında, Samothrake’dekinden sonra en önemli “Kabeiroi Kutsal Alanı” yani Kabeirion Imbros’dadır. Iamblikhus, “Pythagoras’ın Yaşamı” isimli eserinde Imbros’ta mistik ayinlerin yapıldığını anlatır. 

   İmrozluların Hıristiyanlığı seçmeleri büyük bir olasılıkla Roma İmparatoru Konstantin ile Licinius arasındaki M.Ö. Şubat 313’te Milano’da varılan siyasi antlaşma ile Roma İmparatorluğu’nda Hıristiyanlığa karşı hoşgörüyü kurumlaştıran bildirinin M.Ö. Haziran 313’te Licinius tarafından Doğu Roma’da duyurulması ile oldu.

   Millas’a göre; Roma İmparatoru Konstantin ile Licinius arasında imzalanan Milano Fermanı Konstantin’in politik gücünü arttırmak için imzalanmıştı. Ortodoks mezhebinin kurucuları ile Doğu Roma İmparatorluğu’nda yetişti. Bütün ortodoksluk; ilahileriyle, merasimleriyle diliyle ve tarihiyle Bizans’ın içinden geçip gelmiştir. Yunanistan kendi devletini kurduğunda Patrikhane ile ilişkilerini kesip “ulusal” ve “bağımsız” kilisesinin kursa da İmrozda İstanbul’daki Patrikhaneye bağlılık sürdürüldü. Osmanlı yönetimine geçtikten sonra da aşağıda anlatılacağı gibi Patrikhane’ye tanınan ayrıcalıklardan sonra da günümüze dek bu bağlılık sürdü. İmrozlu Barthelemos’un 2 Kasım 1991’de Patrik seçilmesini hatırlatmak yerinde olur.  

    Eski İmroz'da yaşam ve toplumsal faaliyetler, genelde Kaleköy (Kastro) ve yakın çevresinde yoğunlaşmıştı. Adanın tek tarihi kenti, İmroz Acropolisi’(Kaleköy)dir. Bu Acropolis, denize bakan tarafındaki keskin uçurumlar ve iç tarafa bakan sağlam duvarlarla korunmaktaydı. Büyük taş bloklardan yazılmış olan Acropolis, duvarların dışına çıkarak, tepenin eteklerine kadar genişledi. Bugünkü devlet Üretme Çiftliğinin Zeytinliköy’den Kaleköy’e uzanan yönündeki tepede bulunan dönemin önemli yapısı kabul edilen en az 15 m. derinlikteki Roxoda (Roksodos) Barajında büyük miktarda su bulunuyordu. Bu su ile hem kentin su gereksinimi karşılanıyor hem de vadideki topraklar sulanıyordu. MÖ. 4. yüzyılda yapıldığı düşünülen Roxoda Barajının bulunduğu vadi dinsel yaşamın merkeziydi. Imbramos- Hermes Tapınağı burada bulunmaktaydı. Tapınağın bulunduğu yerde Imbramos ve Hermes adına çok sayıda eski yazıtlar bulunmuş, bunlar,  adadaki çeşitli kiliselerde korunmuştur. Dionysus mermer tahtı, yüzyıllarca Ayios Konstantinos Kilisesi'nde muhafaza edilmiştir. Bir önemli eski yapı da, Kaleköy (Kastro)'deki iskeledir. Bu iskele, çok büyük ve kaba yontulmuş taş bloklardan inşa edilmiştir. 

   İmroz’da prehistorik döneme ait yerleşme izlerine Yeni Bademli höyüğünde rastlanır. Burada yapılan kazılarda M.Ö. 3000-2000 arasında yerleşime başlandığı saptandı. Yenibademli yerleşmesinde bugüne kadar elde edilen veriler, Erken Bronz Çağı sakinlerinin ekonomik faaliyetlerinin ziraat ve hayvancılık, zanaat ve ticarete bağlı olduğunu ortaya koymaktadır. Diğer ekonomik faaliyetler arasında kara ve kıyı avcılığı, ahşap işçiliği, dericilik ve tekstil işçiliği de kanıtlanabilmektedir.  Yerleşmenin bazı konutlarında ele geçirilen taş havanlar ve boya elde etmek için kullanılan “Murex trunculus” ile “Murex brandaris” kabukları, tekstil endüstrisindeki faaliyetlerin gerçekleştirildiği yönünde ip uçları sunmaktadır. Atölye niteliğinde olan mekanların tepe düzlüğünde henüz saptanmamış olmasına rağmen, bütün yapı katlarında açığa çıkarılan kemik ve taş aletlerin yanı sıra, az miktarda metal alet üretimi, zanaat uzmanlığına işaret etmektedir. 

   Strabon’un eski devirlerde Avrupa’nın birçok yerlerinde başıboş dolaştığını yazdığı Pelasglar,  M.Ö. 2000 yılına doğru Yunanistan ve kuzey İtalya’ya yerleştiler. İtalya’ya yerleşenler Rosenaların saldırısına uğrayınca bir kısmı dağlık bölgelere çekildi, bir kısmı da İmroz’a geldiler ve kıyının tümünü surlarla çevirdiler. Kaleköy’ün bu dönemde oluşmuş olması muhtemeldir.

    Herodot,  Imbros’un Pelasgların elinde olduğunu yazar, Herodot’a göre İyonya tiranı Kimon’un oğlu Miltiades, Fenikelilerin Tenedos’a geldiklerini öğrenir öğrenmez Atina’ya doğru yelken açar. Kardia’dan yola çıktığı için Melas Körfezinden geçiyordu. Khersonesos boyunca inerken Fenike donanmasıyla karşılaşınca kaçıp İmroz adasına sığındı.

    İmrozlu halk Pelasg özelliklerini koruyarak Atina-Truva savaşı sırasında Truvalıların yanında yer aldılar. Savaş sonunda Yunanlar Atina çevresinde yaşayan tüm prohelenleri İmroz’a sürgüne gönderdiler. Howatson’a göre; Limni ve İmroz adalarında M.Ö. 499’dan beri Atinalı yerleşmeciler vardı.

    Batı Anadolu kıyılarına kadar gelen Persler, kral Darius’un komutanı Otanes emrindeki ordularıyla Lemnos ve İmroz adalarını aldılar. Pers donanması burada ikmal gereksinimlerini karşılamasının yanı sıra ada halkından haraç da alıyorlardı.

    Atinalılar, zamanla İmroz’un, Ege ve Karadeniz girişlerini kontrol etmekte çok büyük bir stratejik önem taşıdığını anladılar. M.Ö. 494 yılında, General Miltiades, adayı ele geçirdi. İmroz'da,  yerleştirilen Atinalılar ile bir koloni oluşturdular. İmroz kolonisinin resmi adı Atinalıların İmroz'daki Kent Devleti'ydi. Atinalılar, İmroz'u, toprak paylaşımı adı verilen bir sistemle yönetti.  İmroz'un yönetimi, Atina'daki kurallara benzer bir biçimde düzenlenmişti. Yurttaşlar Meclisi, Parlamento, Belediye, Silahlı Kuvvetler Başkanlığı ve diğer resmi kurumlar bulunmaktaydı. Seçimler ve plebisitler, Atina'da olduğu gibi düzenleniyordu. Dinsel ibadetler Atina’dakine uygun yapılıyordu. Dini bayramlar ve törenlerde Atina ile aynı tarihteydi. Yeni İmrozlular, aynı sunakta on iki tanrıya saygı göstermeyi sürdürdüler. Eski Bademli Köyü (Glyki)'ndeki Agios Vassilios Kilisesi’ndeki duvarların içine saklanmış bir yazıtta, 'Atinalıların en yüce Zeus'una, Ariston yalvarıyor' diye yazmaktadır. İmroz ve Atina madeni parası da benzerdi. Paranın ön yüzünde çelik miğferli Athena ve arka yüzünde kutsal baykuş ya da Bereket tanrısı Imbramos- Hermes bulunmaktaydı.

    Atinalılar böylelikle, korsanlara ve barbarlara karşı, deniz kuvvetlerini destekleyen bir üs kurumuş oldu. Bu durum, uzak ticaretleri destekleyen limanların da yapılmasını sağladı. İmroz'daki Atinalı toprak sahipleri, tam olarak Atina vatandaşı değillerdi. Adlarını, bulundukları bölgenin adlarından alıyorlardı. Ada'daki toprak sahipleri İmrozlu ve Atinalı olarak iki kimliğe sahipti. Bu durum bazı sorunlara da neden olmuştur. Örneğin, herhangi bir anlaşmazlıkta, kişinin Atina'ya gidip kendi davasını açması gerekiyordu. Bu yolculuk, yılın bazı dönemlerinde olanaksızdı. Birçok karar, davacının ya da davalının olmadığı zamanlarda karara bağlanıyordu. Mahkemede bulunmak istemeyen bir Atinalı, İmroz'da bulunduğu mazeretini kullanıyordu. “İmroz Davası” kavramı, mahkemede davacının bulunmadığı ya da kişinin adaletten kaçtığı anlamında kullanılmaya başladı.

    İmroz, Yunan kent devletlerince Pers tehlikesine karşı kurulan Attika-Delos Birliği’ne üye oldu. M.Ö. 478’de oluşturulan bu birlikte Batı Anadolu’daki İyonya kentleri, Çanakkale Boğazı ve Marmara Denizi’ndeki kent devletleri ve Ege Denizi’ndeki adaların büyük çoğunluğu yerine almıştı. Donanması güçlü olan kentlerin gemi vererek katkıda bulunduğu birliğe diğerleri her yıl belli bir miktar vergi veriyordu.

    MÖ. 405 yılında Atina ile Spartalılar arasında yaşanan savaş sonrasında yapılan barış antlaşması ile ada Spartalılara geçti. Atina’da erke gelen oligarşi taraftarlarından Teramenes’in  Sparta’da yaptığı barış görüşmeleri sonucunda Atina sahip olduğu tüm dış ülkelerden (Limni, İmroz, Skiros dahil olmak üzere) vazgeçti.

    Spartalılar, Pers satrapı Tribaz’a, Antalkidas başkanlığında bir elçiler kurulu gönderdiler. Tribaz’a Batı Asya’daki Yunan kentleri üzerinde hiçbir iddiaları olmadığını söyleyerek bir barış antlaşması yaptılar. Atina yönetiminde olan İmroz, bu kez Pers-Saparta ortak saldırısına uğradı. MÖ. 387’de Spartalı devlet adam Antalkidas’ın da adını taşıyan Kral Barışı, Anadolu’daki tüm Yunan şehirleri Klazomenai ve Kıbrıs gibi adalar da dahil olmak üzere Persler’e bırakıldı. Buna karşılık diğer bütün Yunan şehirleri bağımsız ve özerk kalacaklardı. Yalnız Limni, İmroz ve Skiros Atina’ya bağımlı olacaktı. Tanilli’ye göre bu barış, Perslerin durumunu Ege’de biraz düzeltir gibi oldu.

    M.Ö. 215-168 yıl­la­rı ara­sın­da Ati­na­lı­lar ile Ro­ma­lı­lar ara­sın­da 47 yıl sü­ren Ma­ke­don­ya Sa­vaş­la­rı so­nun­da, İmroz, Ro­ma İm­pa­ra­tor­lu­ğu’nun eli­ne geçti. Roma İmparatoru Septimus, adanın yaklaşık dört yüzyıl kadar süren Atina bağını kopardı. İmroz, Roma İmparatorluğu'nun önemsiz bir uzantısı olarak görüldü. İmroz, Roma’ya vergi veren eyalet dışı topraklardan biri haline geldi.

    Ro­ma’nın iki­ye ay­rıl­ma­sın­dan son­ra ada, Do­ğu Ro­ma’nın pa­yı­na düştü. M.S. 6. yüzyılın başlarında Slavların ve Bulgarların bölgeye akınları, uzun süreden beri devam eden sakinliğin sonu oldu. Bulgarlar, yalnızca istilayla kalmayıp, İmroz, Bozcada ve Semadirek halkının büyük bir bölümünü esir aldı. İmparator V. Constantine esirleri satın aldı ve onları topraklarına geri gönderdi.

    M.S. 1204 yılında Frankish yanlıları, İstanbul'u işgal etti ve Ege adalarının kontrolünü de ele geçirdi. İmroz, Gelibolu Dükü'ne bağlandı ve 58 yıl bu düklüğe bağlı kaldı.

    M.S. 1262 yılında, Doğu Roma İmparatoru Michael Palaeologos İmroz’u yeniden Doğu Roma topraklarına kattı ve 15. yüzyılın ortalarına kadar bu durum sürdü.

       Osmanlılar ve sonrası

    İmroz’da Roma döneminden beri Katolik olanlarla Doğu Roma İmparatorluğu döneminden sonra oluşan Ortodokslar bir arada yaşıyordu. 1453 yılında Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’u kuşattığında İmroz’da Ortodokslarla Katolikler arasında görüş ayrılığı ortaya çıktı. Ortodoksların içinden Alkesandros Asanis’in önderliğinde bir grup Katoliklerle birleşmeyi istiyordu. Bunun gerekçesi ise İstanbul’un Türkler tarafından fethedilmesi durumunda Katolik Roma’nın desteğini sağlamaktı. Kritovulos’un başını çektiği diğer Ortodokslar ne olursa olsun Katoliklerle birleşmeye karşıydı. Ortodoksluğun merkezi İstanbul’un düşmesi halinde Türk Sultan’la uzlaşma çabaları yapılabilirdi. Roma ve İstanbul arasındaki Hıristiyanlığın bu iki mezhebi arasındaki çatışma sonucu Katolikler, İstanbul’un fethi haberi İmroz’a ulaştığı zaman adanın Kefaloz burnunda demirleyen ticaret gemileri ile adadan ayrıldılar.

    İstanbul’un Türkler tarafından ele geçirilmesinden sonra İstanbul Patirkhanesi’ne geniş yetkiler verildi. Törenlerde vezirle eşit tutulan Patrik, kendisine sağlanan güvenceyle artık vergi vermeyecek, bir yeniçeri muhafız birliği tarafından korunacaktı. Patrik, Rum halkının yalnız dini meselelerinde değil, hukuki ve cezai işlemlerinde de yetkili merci olarak bırakıldı. Rum Patrik Yennadios, 6 Ocak 1454 günü makamına oturdu. Sultan Mehmet farklı bir din, kültür ve ekonomik yapıdan gelen Rum cemaatini kolayca yönetmesi için ruhban sınıfına ve Patrikhaneye geniş yetkiler vermiş, burayı kurumlaştırmıştı. Clogg’a göre “Böylesine geniş ölçüde toplumsal özerklik tanımanın bedeli olarak patrikten ve kilise hiyerarşisinden beklenen Ortodoksların Osmanlı Devleti’ne olan bağlılığını sağlama güvencesi vermeleriydi.” Güçlenen İstanbul Kilisesi, Batı’nın Katolik dünyasına karşı bir zırh gibi kullanıldı, devletle işbirliği içinde Ortodoksların aralıklarla İslam’a geçmelerine engel olmamakla birlikte , “Kiliselerin birleşmesi” hesaplarına son vererek Katolikleşmeyi engelledi. Sonyel’e göre; “Padişah, Papalıkla Venedik’in kendisine karşıt başlıca düşmanları olduklarına inanmış ve onların Balkanlardaki Hıristiyanlar arasındaki etkilerini, olağan içinde her aracı kullanarak tesirsiz bırakmaya çalışmıştı.” Fatih aynı yöntemle 1461’de kurdurduğu Ermeni Patrikhanesi aracılığıyla Ermenileri, hahambaşının başkanlığı altında; “millet” olarak düzenlettiği Yahudi cemaatini de dinsel hoşgörü adına, kolay yönetme yollarını yarattı. Yalnızca diğer dinlerle değil Müslümanlarla ilgili şeyhülislamlığı yeniden örgütledi. Bozarslan’a göre politik otorite ile dinsel otoritenin tekelleşmesine olanak tanıdı. Ulema, bundan sonra dinsel bilginin üretimiyle ve sonuç olarak normların saptanmasıyla görevlendirildi. Böylelikle ulema, hem Ortodoksluğun hem de Ortodoks pratiğin zaferine dikilmiş bir tapınağın bekçisidir.

    Sultan Mehmet’in “Fatih”liği İstanbul’u fethetmesinden çok, farklı dinsel inançlar ve mezhepleri kendisine hizmet eder duruma getirmesinde yatar.

    Tarih boyunca Hıristiyan yerleşimlerinin her zaman cemaat önderleri olmuş ama bu sistemin cemaat birimi etrafında kurumlaşması Osmanlı’nın son dönemlerinde gerçekleşmiştir.

    İmrozlu Krutovulos’un  oluşturduğu İmroz, Limni ve Taşoz adalarının ileri gelenlerinden oluşan bir kurul Fatih Sultan Mehmet’in huzuruna çıkarak adaları Osmanlılılara teslim etti. Sultanın huzuruna çıkan ortak kurul adaların yönetsel konumunun değişmemesini, belirli bir vergi ödeyerek arhontlarını (Rumların önde gelen ailelerinin bireyleri) kendilerinin seçmesine izin verilmesini istediler. Sultan kurulu dostça kabul etti. Hammer’den öğrendiğimize göre Sakız ve Limni gibi İmroz da bir vergi ödüyordu. Sultan, kendisine yapılan ricaları kabul ederek İmroz’un yılda 1200 altın vermek kaydıyla Ainos (Enez)  hükümdarı Palamisdis’in yönetiminde kalmasına izin verdi. Bu hükümdar, Francesco Cateluigi adlı Cenaovalı bir ailedendi. Palasmidis ölünce adaların yönetimi oğlu Dorieus’a geçti. Onun başkaldırmak üzere hazırlandığını haber alan Sultan, Lamartine’e göre; Yunan asıllı Kaptanıderya Yunus’u İmroz’a gönderdi.  Yunus, hava koşulları kötü olduğundan limana yanaşamadı, dalgalar ve rüzgarlardan korunan İmroz’un güneyindeki Kefaloz burnuna demirledi. Bir haberci göndererek Kritovulos’u çağırdı ve üzerindeki kalelerle birlikte bütün adayı,  savunmak ve yönetmek üzere ona verdi. Kendisi Dorieus’un yöneticilerini yanına alarak Kalliupolis’e geri döndü. Dorieus, önce Ainos’a oradan da Adrianupolis’e geçti. Sultan, huzuruna çıktığında ona dostluk gösterdi, bağışlayıcı ve koruyucu davranarak İmroz, Limnos ve Semadirek adalarının yönetimini tekrar ona verdi. Dorieus’un kendisini çiğneyerek Sultan’a çıkmasını içine sindiremeyen Yunus, gizlice Sultan’a elçiler gönderdi ve ada sakinlerinin Dorieus’u yönetici olarak istemediklerini iletti. Sultan elçilerin verdiği bilgiler üzerine adaları Dorieus’a vermekten vazgeçti.

    1465-1467 yılları arasında Roma’nın başrahibi Papa V. Nikolaos Roma’da adaları ele geçirmek için bir donanma hazırlıyordu. Donanmanın başkomutanlığına aynı zamanda, doğu bölgelerinin patiriği olarak atadığı yeğeni Ludovici’yi getirdi. Limnos’a varan Ludovici,  Kontos adında birinin yönetiminde İmroz’a on savaş gemisi gönderdi. Kontos, İmroz’a varınca Ludovici’nin gönderdiği konuyla ilgili mektupları da ileterek yönetici Kritovulos’la adanın teslimi için görüşmelere başlamasını istedi. Kritovulos onu dostça kabul etti, birçok armağan sundu, ılımlı ve alçakgönüllü sözler söyleyerek konuk etti ve onurlandırmak için her şeyi yaparak barışçı bir şekilde geri gönderdi. Kontos duydukları ile yetinerek başka bir şey talep etmedi, zorluk çıkarmadı ve gelmiş olduğu görevle ilgili müzakerelere girmedi. Kritovulos’un Ludovico’ya dostça bir yaklaşımla yazdığı diplomatik mektupları alarak Rodos’a doğru hareket etti.

    İmroz, Osmanlı Devleti’nin Venedik ile savaşları sırasında 1466’da Venedik’in eline geçti. XV. yüzyılın zengin devletlerinden olan Venedikliler için İmroz,  ticari açıdan çok önemliydi. Ada, Venedikliler için ikmal yüklemesi yeri ve Tuz gölünden elde edilen tuz, önemli bir gelir kaynağıydı. 1467 yılında Venedikli Amiral Kanalis 26 kadırga ile geldiği adada Ortodoks Rumları Katolikliğe geçmeye zorladı. 200 Rum’u tutuklayarak Eğriboz’a götürdü. 1470 yılında Osmanlılar Rodos seferi ile tutsakları kurtardılar ve ada yeniden Osmanlı egemenliğine geçti.

    İmroz, 1478 tarihinde Limni, Taşoz ve Semadirek adaları ile birlikte Gelibolu sancağına bağlandı. İmroz’da iki kale ve köy bulunuyordu. 1569 yılında Limni kazasına bir nahiye durumuna getirildi.

    1569 tamamlanan tahrir sırasında İmroz Kanuni Sultan Süleyman'ın İstanbul'daki cami ve imaretinin vakfı durumundaydı.1556 tarihli vakfiyeye göre ada gelirleri buraya ait bulunuyordu ve bu vakıf statüsü adaya yeni imkanlar tanınmasına yol açmıştı.

    1675 yılında Tommasso Morosini yönetimindeki Venedik filosu İmroz’u işgal etti. 1718’de İmroz bir kez daha Osmanlı yönetiminin eline geçti.

    1831 yılında Biga sancağına bağlı bir kaza ilan edildi.

    17 Aralık 1850 tarihinde İmrozlular merkezi hükümete yaptıkları başvuruda Bozcaada’dan ayrılmak ve kaymakamlık olma isteklerini ilettiler. Bu bilgiden anlaşıldığı kadarıyla 1831-1850 yılları arasında İmroz’un idari yapılanmasında bir değişiklik olmuş ve ada Bozcaada’ya bağlanmıştır. Sultan Abdülmecit’in adayı ziyareti bu yıl içinde gerçekleşmiş ve adalılar Sultan’a yüksek vergilerden şikayet etmişti.

    28 Eylül 1853 günü Yunanistan’ın kuzey batısında bulunan Preveze’de Osmanlı donanması Papa III.  Paulos’un hazırladığı Haçlı donanmasını yendikten sonra geri dönerken İmroz yakınlarında fırtınaya tutulunca adanın İncir Burnu’na sığınmak zorunda kaldı. Kaptan-ı derya Barbaros Hayreddin Paşa’nın kadırgasında bulunan gözde cariyesi Kalyopi öldü. Kalyopi’nin kendi gelenek ve göreneklerine uygun olarak gömülmesi için ada halkına verildi. Donanmanın hareketinden önce İmroz halkı göz alıcı bir cenaze töreni düzenler ve Barbaros bunu Kanuni Sultan Süleyman’a anlatır. Bunun üzerine Kanuni İmroz’u “Sultan Süleyman Vakfı” ilan etti.

    1887 yılında İmroz’da ilk kez bir dernek kuruldu. Rumların kurduğu Eğitimseverler Derneği toplayabildiği bağışlarla eğitime destek olmaya çalıştı. 1911 yılına dek etkinliğini sürdüren derneğin kapanmasında olanaksızlıklar mı, Balkan savaşı mı rol oynadı bilinmez.

    1902 yılında İmroz’un merkezi olan Çınarlı’da belediye örgütü kuruldu.

    1910 yılında İmroz’daki kaymakamlığa bağlı olarak çalışan Rum çevirmenliği kaldırıldı. Bunun üzerine İmroz Metropoliti Hrisostomos 1 Nisan 1910 tarihli İmroz kaymakam muavinine ve Patrik III. İoakim’e birer mektup yazarak karardan vazgeçilmesini istedi.

   İmroz 1908-1912 yılları arasında Çanakkale mutasarrıflığın bağlı bir kaza haline getirildi.

    Bulgaristan, Sırbistan, Karadağ ve Yunanistan 30 Eylül 1912’de seferberlik ilân ettiler. Osmanlı İmparatorluğu da bir gün sonra, 1 Ekim 1912’de genel seferberlik ilân etti. 5 Ekim 1908’de Bulgaristan Prensliği, Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrıldığını, tümüyle bağımsız olduğunu, Prens Ferdinand’ın bundan böyle “kral” unvanını taşıyacağını Bab-ı Ali’ye ve bütün devletlere bildirdi. Avusturya-Macaristan da Bosna-Hersek’in imparatorluğa katıldığını, Avusturya ve Macaristan devletlerinin hiç birine ait olmayıp, Avusturya İmparatorluğu ile Macaristan Krallığı tarafından ortaklaşa idare edileceğini, Osmanlı’nın Bosna-Hersek üzerindeki hâkimiyetinin son bulduğunu ilan etti.

    17 Ekim 1912 tarihinde Donanma Komutan Vekili Albay Tahir Bey komutasında Barbaros Hayrettin ve Turgut Reis zırhlıları ile Muavenet-i Milliye ve Taşoz muhripleri Boğazdan geçerek Bulgaristan’ı ablukaya almak üzere hareket etti.18 Ekim’de Bulgaristan ve Yunanistan, 20 Ekim’de Sırbistan Osmanlı İmparatorluğu’na savaş ilân etti. 31 Ekim 1912 tarihinde Amiral Konduritios komutasındaki Yunan donanması İmroz’u işgal ederek Yunanistan’a bağladı.

    I.  Balkan Savaşı Osmanlı’nın yenilgisi ile sonuçlanınca 30 Mayıs 1913 günü Bulgaristan’la imzalanan Londra Antlaşması ile Ege adalarının geleceğinin saptanması büyük güçlere bırakıldı. Bunu takiben 14 Kasım 1913 tarihinde yapılan Atina Antlaşması'yla; İmroz, Bozcada ve Kastelorizo dışındaki i tüm adaların egemenliği Yunanistan'ın oldu. Yunanistan adayı 5 yıllığına İngiltere’ye kiraladı. Birinci Dünya Savaşı sırasında Anzak,  İngiliz ve Fransız güçleri, Gelibolu Savaşları sırasında, İmroz ve Limni'yi üs olarak kullandı. 

    1914 yılında Makedonya’dan Anadolu’ya, Anadolu’dan adalara ve Yunanistan’a yapılan göçlerden sonra iki ülke arasında ilk kez karşılıklı bir mübadele (nüfus değişimi) gündeme geldi. Her iki hükümetin karşılıklı notalarıyla birbirlerine önerilerini ve isteklerini ilettiği dönemin ardından Türk ve Yunan delegelerinden oluşan Muhtelit (Karma) Mübadele Komisyonu, ilk toplantısını İzmir’de Hükümet Konağı’nda kendilerine ayrılan odada 11 Temmuz 1914 tarihinde gerçekleştirdi. 15 Ekim 1914 tarihli Ahenk gazetesine göre “Rum mültecilerin büyük bir kısmı Ege adalarında bulunmaktaydı. İzmir’de yayımlanan Nea Smirni gazetesi, adalara iltica etmiş olan ve Yunan Hükümeti’nden yardım alan Rum mültecilerin sayısını şöyle vermekteydi: Midilli’de 50.224, Semadirek’te 484, Bozcada’da 1849, İmroz’da 421” İzmir’de bulunan Theodoros Portol, isimli bir İtalyan vatandaşı Washington’daki İtalyan Elçiliği’ne, çeşitli Ege adalarında geçici olarak barınmakta olan İzmirli Rum mültecilerin, bazı Güney Amerika ülkelerine (Brezilya, Arjantin, Şili vb) göçmen olarak kabul edilmesinin sağlamak için, bu ülkelerin ikna edilmesi talebiyle başvurduğunu da belirtmeden geçmek olmaz.

    Sanders, anılarında 1915 yılında Çanakkale savaşı başlamadan önce İngiliz-Fransız filosunun Çanakkale Boğazı’nın girişinde toplandığını yazar. Limni, İmroz ve Bozcaada uygun üsler oluşturduğunu İmroz ve Bozcaada’da deniz ve kara uçakları için havaalanları, hatta daha kıştan askeri tesisler yaptıklarını yazar. “Düşmanın üssü olan İmroz adasının Arıburnu’ndan ancak 20 kilometre uzakta bulunduğunu ve orada İngilizlerin elinin altında daima bol miktarda asker ve gemi olduğunu göz ardı etmemek gerekir” diye ekler

    Şahin’in Nevinson’dan aktardığına göre; Kefaloz’da iki iskele inşa edilmiştir. Biri, haftada üç-dört kez bir torpidoyla Gelibolu yarımadasına gidecek olan Hamilton ve Genel Karargah için yapılan küçük taş iskele, diğeri ise donanma için inşa edilen daha uzun bir iskeledir. Ayrıca bir kömür şilebi ve iki küçük İtalyan teknesi batırılarak kuzeye karşı bir mendirek de oluşturulmuştur. Gelibolu’ya günlük nakliye yapan ya da Mondros’tan ikmal yapan balıkçı tekneleri için liman yapılmış, koyda güney-kuzey yönünde bir milden uzun düz arazi mühimmat depoları, dinlenme kampı ve ikmal kuvvetlerinin eğitim kampı olarak kullanılmıştır.

    Haziran ayında Müttefik Filo Komutanlığı Çanakkale dolaylarındaki tüm hava birliklerini İmroz’daki Kefaloz limanı yakınında bir araya toplamış ve hepsini Çanakkale İngiliz Kraliyet Deniz Hava Kuvvetleri Komutanlığı’na bağlanmıştır. Bozcaada’daki İngiliz kara uçakları da Kefaloz’a nakledilmiş, burada sadece Fransızlara ait hava üssü kalmıştır. İlk etapta bu komutanlığa bağlı olarak İmroz’a İngiltere’den 6 Moran, 6 Guadron, 6 Becc ve 4 Bristol tipi toplam 22 uçak getirilmiştir.

    Temmuz 1917’de İmroz’un doğu sahilindeki liman Müttefikler topa tutuldu.

    İmroz deniz muharebesi 20 Ocak 1918 günü gerçekleşti. Midilli 07.00’da Kuzu Limanı’na taarruz etmek üzere Yavuz’un dümen suyundan ayrıldı. Yavuz zırhlısı Kefaloz limanında bulunan telsiz ve işaret istasyonu ile limandaki nakliye gemilerini enkaz yığını haline getirirken17, Midilli de Kuzu koyundaki M-28 ve Lord Raglan muhriplerini batırmış, hava alanını, cephanelik ve benzin tanklarını top ateşi ile infilak ettirmişti. Bu sabah ateşini İngiliz Lisat ve Tigris muhripleri sadece uzaktan izleyebiliyordu. Midilli kruvazörüne yaptıkları top taarruzu girişimi Midilli tarafından püskürtülmüştü. Bu sırada Ada’da bulunan İngiliz telsiz istasyonu İmroz baskınını tüm Ege’ye “düşman gemileri Ege Denizi kuzeyinde bulunuyor. Malta doğusunda seyreden tüm ticaret gemileri, savunması olan ilk limanlara sığınsınlar” mesajını yayınlıyordu. Bu mesajla birlikte İmroz’dan İngiliz uçakları havalanmaya başlamıştı.

    İmroz Deniz Muharebesi, Barbaros Hayrettin zırhlısının 09.39’da ateşi ile başlamış, üç dakika sonra da Averoff buna karşılık vermiş ve savaş 10.55’de iki donanmanın birbirinden oldukça fazla uzaklaşması ile sona ermiştir.

    İmroz Deniz Muharebesi’nde Osmanlı donanması Barbaros, Turgut Reis, Mesudiye, Asar-ı Tevfik- Muavenet-i Milliye gemilerinden 1407 mermi attı bunların 313’ü ağır geriye kalan 1094’ü ise orta ve küçük boyda idi. Atılan mermilerin on beşi Averoff’a isabet etti.

    Mayıs 1918’den itibaren İngilizlerin baskısıyla İmroz’da yerel idare kaldırıldı,  Limni adasına bağlandı.

    Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda 10 Ağustos 1920 günü, Fransa’da Paris’e 3 km. uzaklıktaki Le Traité de Sèvres banliyösünde Sevr Antlaşması imzalandı. Antlaşmanın 48. maddesine göre: Komisyon, İşbu Kesimin kendisine yüklediği görevlerin yerine getirilmesini kolaylaştırmak amacıyla, gerekli göreceği özel polis gücünü kurmaya yetkili olacaktır. Bu polis gücü, Limni İmroz, Semadirek, Bozcaada ve Midilli adaları dışında, olabildiği ölçüde, V. Bölümün (Kara, Deniz ve Hava Kuvvetlerine ilişkin Hükümler) 178. Maddesinde öngörülen, Boğazlar ve Adalar bölgesinin yerli halkından derlenecek ve Komisyona atanmış yabancı polis üstlerinin komutası altına verilecektir.

    Kahraman’ın yazdığına göre; 1921 yılında ilçe merkezine Ege adalarından (Rodos, İstanköy) 23 mübadil göçmen; Kırım, Hopa, Sürmene, Konya ve Çanakkale’den gelen 147 göçmen yerleştirildi.

    Lozan Antlaşmasının imzalanmasından önce Lozan’da Kasım 1922’den itibaren yapılan görüşmelerde İmroz ve Bozcaada ile ilgili konular sık sık gündeme geliyordu. Lozan’da bulunan İsmet (İnönü) Paşa, 29 Kasım 1922 günü Başbakan’a gönderdiği telgrafında “Bu esnada İmroz, Tenedos (Bozcaada) adalarını Yunan lehine ferağı (vazgeçilmesi) mevzu-ı bahis edildi. Şiddetle muhalefet ettik.” Diye yazdı.

    Müttefikler Türkiye’nin bu konudaki kararlı tavrı karşısında en azından uygun bir uzlaşma ortamı arıyorlardı. Boğazlar ve adalar geleceğin şekillendirilmesi için yaşamsal önem taşıyordu. 7 Aralık günü toplanan Arazi Komisyonu boğazlar ve adalar konusunu ele aldı. Paşa, Ankara’ya gönderdiği telgrafında  “Marmara Denizindeki adalar ve Limni, Semadirek, Bozcaada ve İmroz gayr-i askeri olacak.” önerisinin yapıldığını iletti.

    İsmet Paşa, 10 Aralık 1922 günü öğleden önce ve sonra müttefik generalleri ile boğazlarda kurulacak olan gayr-i askeri bölgeler ve boğazlardan ticari ve savaş gemilerinin geçişi için düzenledikleri iki projeyi inceledi. Başbakan’a gönderdiği telgrafında “Marmara Denizindeki adalar ve Semadirek, Limni, Bozcaada, İmroz adaları gayr-i askeri olacak” kararının alındığını iletti.

    Müttefikler, boğaza yakın olan iki ada için yeni bir öneri ile masaya oturdular. İsmet Paşa, Lozan’dan Başbakan’a gönderdiği 23 Aralık tarihli telgrafında “Bu sabah da hususi olarak Birinci delegeler toplandı ve Boğazlar meselesini görüşmeye devam ettik. Curzon ile münakaşatın özeti şudur: Tenedos adasını bize, İmroz adasını Yunanlılara veriyorlar. Reddettim.” diye yazıyordu.

    2 Ocak 1923 günü yapılan görüşmeler hakkında Başbakan’a gönderdiği telgrafında “Yunan donanmasının Çanakkale Boğazı karşısındaki Yunan adalarında demirlememesine, İngilizlerin İmroz adasının Yunan’a terki şartıyla muvafakat edeceklermiş. Biz Bozcaada ve İmroz’un Türkiye’ye iadesine direniyoruz.” Diye yazarak İmroz görüşmelerinin ne denli zorlu geçtiğini bir kez daha iletiyordu.

   İsmet Paşa 4 Ocak 1923 tarihli telgrafında “Beşinci maddede evvelce mevcut olup İngilizlerin itirazını mucip olan 8 esbab-ı  mücbire-i bahriye müstesna olmak üzere Yunan donanması oralarda demirleyecektir.) cümlesi (fakat Yunan donanması bu sulardan Türkiye’ye karşı üssü’l harekat (Askerî harekâtın başlangıcına esas olan yer.) olarak veyahut bahri ve askeri yığınak için bu maksatla kullanılamaz) şekline çevrilmiştir. Bu değişikliğin İmroz adası ile Bozcaada’nın Türkiye’ye iadesini de ihtiva et tiğini Fransızlar özel surette söylediler.” diye yazdı.

   30 Ocak 1923 tarihinde, “Türk-Rum Nüfus Mübadelesine İlişkin Sözleşme” Türkiye adına İsmet Paşa ve Dr. Rıza Nur, Yunanistan adına E.K.  Venizelos ve D. Kaklamanos tarafından imzalandı. Din temeline dayanan bir mübadeleyi öngören sözleşmeye göre, Türk topraklarında yerleşmiş Rum-Ortodoks dininden Türk uyrukluları ile Yunan topraklarında yerleşmiş Müslüman dininden Yunan uyruklularının, 1 Mayıs 1923 tarihinden başlayarak zorunlu mübadelesi/değiş-tokuşu kabul edildi. Mübadele İstanbul’da, İmroz’da ve Bozcaada’da oturan Rumları, Batı Trakya’da oturan Müslümanları kapsamayacaktı.

   Mübadele ile ilgili sözleşme ve protokol imzalandıktan sonra da Lozan görüşmelerinde İmroz gündemden düşmüyordu. İmzadan üç gün sonra, İsmet Paşa’nın 2 Şubat 1923 tarihli telgrafında “Tenedos ve İmroz adaları bize iade ediliyor. Fakat ahalisi mübadeleye tabii olmayarak özerk idareye malik olacaktır.” Diye yazması bunu kanıtlar niteliktedir.

   Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti Dışişleri Bakanı, Loausanne (Lozan) Barış Konferansı’nda Türk Temsilci Heyeti Başkanı imzası ile İsmet Paşa Ankara’dan 8 Mart 1923 günü, Paşa’yı çağıran devletlerin Dışişleri Bakanlarına gönderdiği mektubunda “İmroz adasında bir yerel yönetimin kurulması”nı kabul ettiğini bildirdi.

    İsmet Paşa, 9 Temmuz 1923 günü Başbakan’a gönderdiği telgrafında “İmroz ve Bozcaada’nın Yunanlardan bize nakline ve anlaşmanın on dördüncü maddesinde açıklanmış ahkamın tatbikine nezaret etmek üzere Cemiyet-i Akvam’dan bir komiser atanmasını teklif ve talep ettiler. Bu öneriyi reddettik. Buna karşılık bu adaların anlaşmanın Türkiye ve Yunanistan tarafından onaylanmasına müteakip Türk hakimiyetine geçeceğini ve anlaşmanın on dördüncü maddesinde açıklanmış özel kuralların Türkiye tarafından uygulanacağını beyan ve belirtmiştik. Bu konuda görüşmelere devam olunacaktır.” diye yazarak son durumu özetliyordu.

    24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Antlaşmasının 14. maddesine göre İmroz ve Bozcaada Türkiye’nin egemenliğine bırakıldı. Adalar; yerel yönetim ve kişi ve malların korunması konusunda, yerli elemanlardan oluşan ve Müslüman olmayan yerli halka her bakımdan güven verici özel bir yönetimden yararlanacaklardı. Bu adalarda güvenlik ve düzen yukarıda sözü geçen yerel yönetim eliyle yerli halk arasında toplanan ve yerel yönetimin emrinde bulunan bir polis tarafından sağlanacaktır. Rum ve Türk nüfus mübadelesine ilişkin olarak Yunanistan ile Türkiye arasında yapılmış ya da yapılacak bağıtlar İmroz ve Bozcaada halkına uygulanmayacaktır. Aynı gün “Karaağaç bölgesi ile İmroz ve Bozcaada’ya ilişkin olarak Britanya İmparatorluğu, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan ve Türkiye’nin imzaladığı protokol”ün IV. maddesine göre;  İmroz ve Bozcaada adalar

Tarih: 26.01.2015 Saat: 22:18 Gönderen: admin

Ayarlar
 Printer Friendly  PDF Format 

"GÖKÇEADA TARİHİ" | Giriş Yap/Kayıt Ol | 0 Yorumlar
Threshold:   Mod:   Order:
Misafirler yorum yazamaz.
The comments are owned by the poster. Gökçeada Mezunlar Derneði Resmi Web Sitesi! is not responsible for their content.

Haber Rating
Haber puanı: 5
Toplam Oy: 2


Lütfen bir saniyenizi ayırarak bu anketi yanıtlayın:

Mükemmel
Çok İyi
İyi
Regular
Kötü
Çok Kötü

Web sitemiz PHP-Nuke (© 2003) kodlarına sahip olup GNU/GPL lisansıdır.